İslamda Oruç, Oruç tutmakla yükümlü olmanın şartları nedir?

İslamda Oruç, Oruç tutmakla yükümlü olmanın şartları nedir?

Köylerim'de Ramazan bugün başladı. Ramazan' ın 1. gününde İslamda oruç nedir konusuna göz atıp, Oruç tutmakla yükümlü olmanın şartları nedir sorusuna cevap arıyor, 1. günün ayet ve hadisini okuyup, duamızı ediyoruz.

Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret edeli henüz on sekiz ay olmuştu. Şaban ayının son günleriydi. Ramazan orucunun farz kılındığını haber veren Bakara sûresinin şu ayetleri nazil oldu: “Ramazan ayı, insanlara yol göstermek, doğrunun ve hakkı bâtıldan ayırmanın açık delilleri olmak üzere Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden kim Ramazan ayına ulaşırsa onda oruç tutsun.” (Bakara, 2/185)

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de Mescid-i Nebevî’nin minberine çıkarak ümmetine şöyle seslendi: “Mübarek Ramazan ayına kavuştunuz. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda cennetin kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve azgın şeytanlar bağlanır.” (Nesâî, Sıyâm, 5)

Değerli Müminler! On bir ayın sultanı Ramazanın manevi hayatımızda özel bir yeri vardır. Zira Ramazan, oruç ve Kur’ân ayıdır. Ramazan sabır, şükür, tövbe ve tefekkür ayıdır. Ramazan, bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini içinde saklayan en şerefli aydır. Ramazan ibadettir, berekettir, mağfirettir. Ramazan taattir, hayır ve hasenattır.

Peygamber Efendimizin bildirdiğine göre, Ramazan ayının ilk gecesi olunca, bir melek şöyle seslenir: “Ey iyilik isteyen! İbadete ve kulluğa gel! Ey kötülük isteyen! Günahlarından vazgeç!” (Tirmizî, Savm,1; İbn Mâce, Sıyâm, 2)

Ramazan, oruç ile anlam bulur. Oruçlarımız her şeyden önce bir sabır, irade ve merhamet eğitimidir. Bizi iştah ve hevesin, gayri meşru istek ve arzuların esiri olmaktan koruyan birer kalkandır. “Ey iman edenler! Kötülüklerden sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183) âyeti, orucun gayesinin her türlü kötülükten ve günahtan uzak durmak olduğuna işaret eder. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s) şöyle buyurur: “Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Ona birisi sataşır veya söverse, ‘Ben oruçluyum!’ desin.”  (Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 29)

Ramazan, hayat kitabımız Kur’ân’ın indirilmeye başlandığı aydır. Kur’ân, Kelâmullâh’dır, Kitâbullâh’dır. Allah’a ait olduğu için, “Sözlerin en güzeli”dir. (Zümer, 39/23) Peygamberimizin ifadesiyle, “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kelâmı; hâl ve tavrın en güzeli ise Muhammed’in hâl ve tavrıdır.” (Nesâî, Îdeyn, 22)

Kur’ân-ı Kerîm kıyamete kadar her çağda ve her coğrafyada insanlara en doğru yolu gösteren rehberdir. Kur’ân ruhlara şifa, kalplere rahmettir. Kur’ân, bize Rabbimizi tanıtır, sorumluluğumuzu bildirir, ahireti hatırlatır. İnsan olmanın anlamını ve insanca yaşamanın sırlarını öğretir.

Ramazan kardeşlik, dayanışma ve paylaşma ayıdır. Geçici olarak yeme-içmeden uzak kaldığımızda, yoksulun halini anlar, nimetlerin kadrini bilir ve Rezzâk olan Allah’a hakkıyla şükretmemiz gerektiğinin farkına varırız.

Ramazan aynı zamanda kötü alışkanlıklara son verme, iyiden, güzelden yana yeni sayfalar açma fırsatıdır. Ramazan sayesinde hayırlı işlerde yarışır, iyiliğe yatırım yapar, kötü sözden ve amelden uzak dururuz.

Birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularımızı gönülden hissederiz. Aramızdaki sevgi ve saygı bağları güçlenir. Bu ayda yapılan ibadetlerin, iyiliklerin, hayırların sevapları ve mükâfatları diğer aylara nazaran daha fazladır.

Öyleyse geliniz dilimizi, kalbimizi, tefekkür dünyamızı ve bütün hayatımızı Ramazanın ve orucun getirdiği güzelliklerle buluşturalım.

 Kur’ân-ı Kerimi okumaya ve anlamaya her zamankinden daha fazla vakit ayıralım. Yıpranan gönül ve zihin dünyamızı Kur’ân’ın nuruyla tamir edelim.

Oruçlarımızı şuurla tutalım. Yalnız midemize değil dilimize, elimize, gözümüze, gönlümüze velhasıl bütün uzuvlarımıza bizleri tüm kötülüklerden koruyan bir oruç tutturalım.

Bugünkü sohbetimizi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu hadis-i şerifi ile bitirmek istiyorum: “Gönülden inanarak ve karşılığını Allah’tan umarak Ramazan’ı ibadetle geçiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, İman, 27)

Allah’ın Dostunun Dostu:  Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.)

Lât, Menat ve Uzza’nın gölgelerinin kendilerinden daha büyük olduğu zamanlardı… Güneşin yaktığı ama aydınlatmadığı zamanlardı…

Muhammedü’l-Emîn’e göklerden haberlerin gelmeye başladığı zamanlardı…

Kimsenin ona inanmadığı, onun sadık bir dosta her şeyden çok ihtiyacının olduğu zamanlardı…

Hal böyleyken, herkes onu yalanlarken, biri tereddüt etmeden ona inandı, iman etti. Peygamber’in (s.a.v.) getirdiği her şey baş göz üstüne dedi, kabul etti. Şeksiz, şüphesiz bir kabullenişti onunki; katıksız, saf bir imanın eseriydi. O, elçisinin Rabbinden vahiy aldığına iman etmişti, bir gecede Mescid-i Aksa’ya gitmek neydi ki? İmanını sınarcasına bütün gözler üzerine kilitlendiği vakit, cevabıyla sadakat timsali bir dost olduğunu bir kez daha ispat etti. Kim ne derse desin, o söylüyorsa doğru idi. Gösterdiği bu sadakat ile onun namı, adının önüne geçti ve Peygamber’in  (s.a.v.) çok samimi, çok sadık dostu, “Ebû Bekir es-Sıddîk” olarak bilindi.

Hz. Ebû Bekir, sevincini Peygamberinin sevincine kattı, hüznünü hüznüne. Nebî’nin (s.a.v.) belini büken yükü onun da yükü; derdi onun da derdi idi. Aynı yolda yoldaş, aynı halde haldeş idiler. Öyle ki Allah’ın kendisini dost edindiği Resûlü, ümmetinden dost edinecek olsa, malıyla da arkadaşlığıyla da insanların en cömerdi olan Hz. Ebû Bekir’i edineceğini söylemişti. (Buhârî, Fedâil, 2; Müslim, Mesâcid, 23) Peygamber’in dostu, sadece canını değil, malını da bu yolda ortaya koydu. Zalim efendilerinin türlü cefaları altında inleyen Müslümanlar, onun sayesinde özgürlüklerine kavuştu. Bilâl’e, Hamâme’ye, Âmir b. Füheyre’ye, İslam’ın henüz başında bu yola gönül veren samimi Müslümanlara yeni bir hayat sundu. İnfak konusunda kendisiyle yarışan Hz. Ömer’i hüsrana uğratacak kadar eli açık idi. Bir defasında, servetinin tamamını infak ederek, Resûlullah’ın ailene ne bıraktın sorusuna “Allah ve Resûlü’nü” cevabını vermiş ve bu cevabıyla Hz. Ömer’i geride bırakmıştı. (Ebû Davud, Zekât, 4)

Sadece cömertlik mi? Sadakat, samimiyet, fedakârlık, tevazu, takva… Her bir güzel vasıf, onun şahsında kendine bir yer bulmuştu. Her güzel amelin öznesi o idi. Failini arayan her hayırlı fiilin yolu ona çıkıyordu. Peygamber’in (s.a.v.) “Kim?” diye sorup da olumlu cevap aradığı her soruya, o cevap veriyordu: “Ben!..” Bir defasında Allah Resûlü ashabına “Bugün sizden kim oruçlu olarak sabahladı?” diye sordu. Cevabı veren o idi: “Ben!” Hz. Peygamber, “Bugün sizden kim bir cenazenin arkasından gitti?” dedi. Yine aynı ses: “Ben!” Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bugün sizden kim bir fakiri doyurdu?” diye sordu. Cevap yine ondan geldi: “Ben!” Hz. Peygamber (s.a.v.), “Peki, bugün sizden hanginiz bir hastayı ziyaret etti?” dedi. Yine fail Ebû Bekir idi, “Ben!” dedi. Ve bunun üzerine Allah Resûlü, dostunu şu sözlerle müjdeledi: “Bu hasletler kimde bulunursa o, mutlaka cennete girer.” (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 12)

Sadık dostun adımları hep Peygamberini izledi. Sıcak bir öğle vakti kapısı çalındığında anladı ki Mekke’den Medine’ye kutlu yolculukta Nebî’ye yol arkadaşlığı edecekti. Yola revan olduklarında, bütün gece Peygamberi ile yürüyen o idi. Gündüz olup karşılarına kocaman bir kaya çıktığında, Nebî ile birlikte onun gölgesine sığınıp serinleyen o idi. Peygamberini dinlenmesi için ikna edip, bu sırada oradaki bir çobandan biraz süt isteyen, sütü soğutmak için kırbasındaki su ile karıştıran, ikram etmek için Peygamberini uyandırmaya kıyamayıp da başucunda uyanmasını bekleyen o idi. Korku içerisinde, “Yâ Resûlallah, yakalandık!” dediğinde, Peygamber’in (s.a.v.) “Üzülme, Allah bizimle!” diyerek cesaret verdiği o idi. (Buhârî, Lukata, 12; Müslim, Zühd, 75)

Miraçta Peygamberinden sadakatini esirgemeyen Ebû Bekir es-Sıddîk, hicrette de onun can yoldaşı, mağara arkadaşı, yâr-ı gâr’ı idi. Hicrette, Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te her anında Peygamberin vefalı dostu hep o idi. Vefatının yaklaştığı zamanlarda Allah Resûlü, “Allah bir kulu dünya ile kendi katındakiler arasında muhayyer kıldı ve kul, Allah katındakileri tercih etti.” dediğinde, orada bulunanlardan sadece Hz. Ebû Bekir ayrılık vaktinin yaklaştığını anlamış ve gözyaşlarına hâkim olamamıştı. (Buhârî, Fedâil, 3) Nebî (s.a.v.), son zamanlarını yaşarken, kendisinin yerine ashabına namaz kıldırması için onun adını vermiş, mihrabını ona emanet etmişti. Hz. Peygamber’in makamını emanet almak… Onun yerine geçip namaz kıldırmak… Bu son vazife, ancak hayatının her anında Peygamberin (s.a.v.) en yakınında olan can dostuna, Ebû Bekir es-Sıddîk’a nasip olabilirdi…

“Diyanet Aylık Dergi 2013”

 “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur'an'ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.”  Bakara 2/185.

İnsanın her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik, on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah Teâlâ, “Ama oruç başka. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben veririm. Oruçlu, şehvetini ve yemesini benim rızam için terk eder.” (Müslim, Sıyâm 164.)

Oruç tutmakla yükümlü olmanın şartları nedir?

İslam’a göre, bireyin sorumlu olmasının temel şartları Müslüman olmak, akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış olmaktır. Dolayısı ile bu şartlar oruç ibadeti ile sorumlu olmanın da şartlarıdır. Buna göre, bir kimsenin Ramazan ayında oruç tutmasının farz olması için öncelikle Müslüman ve akıl-baliğ olması gerekir (Kasani, Bedaiü’s-sanai, Beyrut 1997, II, 593-596). İbadetlerle yükümlü olma şartlarını taşıdığı halde bazı özel durumlardaki kimselere oruç tutmama ruhsatı verilmiştir. Ayet-i kerimenin ifade ettiği şekilde; hasta, yolcu ve oruç tutmaya güç yetiremeyecek düşkünlükte olanlar Ramazan’da oruç tutmayabilirler (Bakara 2/185; bkz. Kasani, Bedaiü’s-sanai, II, 609).         Bu durumdaki kimseler oruç tutmayı engelleyen durumları ortadan kalktığında oruçlarını kaza ederler. Sağlığı bundan sonra oruç tutmaya elverişli olmayanlar bir yoksul doyumluğu fidye verirler (Bakara, 2/184). Oruç tuttuğu takdirde kendisinin veya çocuğunun zarar görmesi muhtemel olan gebe veya emzikli kadınlar da, sağlık durumu oruç tutmak için elverişli olmayanlar arasında değerlendirilmiştir. Bu durumda olanlar da oruç tutmayabilirler. Hatta zarar görme ihtimali kuvvetli ise tutmamaları gerekir. Durumları normale döndüğünde tutamadıkları oruçları kaza ederler (Sahnun, el-Müdevvenetü’l-Kübra, Beyrut, 1999, I, 335, 336; Şirazi, el-Mühezzeb, II, 592; İbn Kudame, Kafi, I, 346; Kasani, Bedaiü’s-sanai, II, 616).

“Allah’ım! Beni bağışla, bana hidayet nasip eyle, bana rızık ver, beni âfiyette daim eyle ve bana merhamet et.” (Müslim, Zikir ve Dua, 35)

Derleyen: Ahmet KOÇ

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
👏
👎
😍
😥
😱
😂
😡

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.